Üniversiteyi
başörtüsü konusunda en sert tutum gösteren rektörlerden birinin döneminde
okudum. Başörtülü olmadığım halde başörtüsü eylemlerine katıldım çünkü bu
konuyu özgürlüklerin kısıtlanması olarak algılıyordum. İnsanları inançları,
eğilimleri, farklı düşünceleri nedeni ile “ötekileştirmek, benim gibi
düşünmedikleri için yargılamak yanlış görünüyordu gözüme. Yanlışlara karşı
sessiz kalmanın ise onursuzluk olduğuna inandım. Bir gün sıra bana da gelir,
birileri de gelir benim özgürlüğüme müdahale eder dedim hep kendi kendime.
Düşündüğüm gibi de oldu. Gün geldi devran döndü bir dolu zaman geçti, dün
başörtülerini özgürce takabilsinler diye birlikte eylem yaptığım insanlar beni
ve benim gibi başörtüsü takmayan kadınları “ötekileştirmeye” başladılar. Allah
ellerine iman terazisi vermiş gibi insanların inançlarını tartmaya başladılar.
Dindar olmanın, hatta bir dine inanmanın bile zorunlu olamayacağını, bunun
Allah’la kul arasında olduğunu unuttular. Daha dün kendilerine yapılan
baskıları hatırlayıp empati kurmak yerine intikam almayı tercih ettiler. Kadın
bedenine; kürtaj, sezaryen, tecavüz başlıkları ile saldıranlar, daha dün
başörtülerine uzanan elin bundan farklı olmadığını düşünemediler. Özgürlüğün
kişiye, kuruma, fikre göre belirlenemeyeceğini fark etmediler.
Bugün
kamu kurumlarında, hastanelerde türbanlı kadınlar çalışabildiği halde; kot pantolonlu,
mini etekli kadınların çalışamadığını fark ediyorum. İnsanların darbe
yıllarında olduğu gibi fikrini gizlemeye başladığını fark ediyorum. En basit
işlerinin hallolması için cemaatlere katılmaya çalışan insanlar görüyorum.
Samimiyetin azaldığını ama sözde “inananların” çoğaldığını görüyorum. Başörtülü
olmayan bizlerinse evlerde, yollarda, çalıştığımız işlerde, mahalle baskısına
maruz kaldığımızı ve “ötekileştirilmeye” başlandığımızı hissediyorum. Bunun
sonu nereye varacak bilmiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder