Yazmak ya da
yazmamak işte bütün mesele… Yazmak istediğim çok şey var ama elim klavyeye
gitmedi bir türlü. Okul başladı hem de nasıl başladı. İnanılmaz bir hengame
var. Bütün okullar karmakarışık bir halde.
Birinci sınıfta
180 öğrenci 3 derslik, derslik açmak için makam odasından vazgeçemeyen
kompleksli bir müdür. Evde var olan bir sürü çocuğun birinden daha
kurtulabilmek için 60 aylık çocuklarını okula gönderen veliler.
Mezun ettiğim eski
öğrencilerimin büyük kısmı okulu bırakmışlar güya açık öğretim okuyacaklar.
Duyunca beynimden vurulmuşa döndüm onca emek… O çocuklar daha 12 yaşında
mevsimlik işçiliğe gitmişler bile şimdiden.
Birinci sınıf
öğretmeni değilim ama bugün nöbet tutarken dış kapıdan kendisi kadar olan
çantasını yüklenmiş “annemi özledim eve gitcem ben” diyen çocukları sınıflarına
geri gönderdim. Burada çocuklar çok erken yaşta aileleri ile birlikte mevsimlik
işlere gidiyor. Kendi başlarının çaresine bakmaya şehirli çocuklardan daha
alışıklar. Yinede 60 aylık gurup sürekli takip istiyor çünkü kural kavramına
yabancı. Tuvalete tenefüste gitmek, sırada sabit oturmak, zile göre; öğretmene
göre hareket etmek doğalarına aykırı. Kapıda nöbetçi öğretmenler, yüksek
duvarlar olmasa onları okulda tutmak mümkün değil. Kaç yıllık öğretmenlik
hayatımda (birleştirilmiş sınıf dahil) bu seneki kadar ağlayan çocuk görmedim.
Normal çünkü hepsi daha ana kuzusu…
Umut ana sınıfına başladı
4 yaş gurubunda…